» Eskimiş bir yeni yıl hikayesi…

Eskimiş bir yeni yıl hikayesi…

 

2006’yı bitirip, 2007 yılına  girmek üzere olduğumuz şu günlerde,  yeni yılda herkese sağlık ve mutluluk dilemek amacı ile bir şeyler karalamak istiyordum. Ancak ne yazarsam yazayım, bundan önce yazılmış yeni yıl yazılarını tekrar etmekten öteye gidemeyeceğimin farkındayım.

Bu yüzden, geçen sene yaşadığım ve daha sonra yazıp, yakın çevreme e-mail yolu ile yolladığım bir yılbaşı gecesi anımı sizlerle paylaşmak geldi içimden. 

Yeni yılın tüm Galatasaraylılar için mutlu, sağlıklı ve başarılı geçmesini diliyorum.

 

*                           *                         * 
 
Eylül ayında, İstanbul’dan Bayramiç'e geldiğimde  açmayı düşündüğümüz otelin eksiklerini makul bir süre içinde tamamlayıp, yılbaşı gecesini  İstanbul'dan gelecek bir grup arkadaşımla beraber, kendi otelimizde geçireceğimi umuyordum.
 

Fakat, İstanbul'daki hesap Bayramiç'e uymadı.

 

Elde olmayan birtakım nedenlerden dolayı, otelin bitmesi gecikti ve biz henüz oteli açamadan yeni yıl Bayramiç'e geldi..

 

31 Aralık günü, Bayramiç'in tenha ve mütevazı çarşısında gezinirken  İstanbul'un cadde ve sokaklarındaki alışılagelmiş yılbaşı curcunasını beklemiyordum tabii… Fakat ne dükkanlarda ne de pazar yerinde yeni yılın geldiğine dair en küçük bir işaret bile yoktu. 

Buraya geldiğimden beri sabahları takvime bakma alışkanlığımı da yitirdiğim için, cep telefonum vasıtası ile İstanbul'dan gelen yılbaşı tebrikleri de olmasa, senenin son gününü tükettiğimizin farkına bile varmayacaktım. 

 

Akşamüstü  kasabanın tek süpermarketi olan "Hacı İmamoğlu"nun  kapısındaki camın üstüne sprey boya ile yazılmış "Hoş geldin 2006" yazılarını  görünce içeri girdim.

Diğer günlerden çok daha kalabalık değildi İmamoğlu Market. Ama alışveriş yapanların sepetlerinde  fazlaca  meyve ve kuruyemiş hemen göze çarpıyordu.

 

Biz de yılbaşı için önceden bir plan yapmamıştık. Marketten  aldığım  birkaç şişe şarap ve nevale ile eve geldiğimde, Perihan "Evde şarap içip TV mi seyredeceğiz ?"  diye sordu. "Ne yapalım, Bayramiç'te bize özel yılbaşı kutlamaları düzenlenmiyor" şeklinde verdiğim cevap Perihan’ın kafasına hiç yatmadı. 

 

Önce, "Çanakkale'ye gidelim o zaman" dedi. Fakat  ben daha cevap bile vermeden;  sevgili eşim, 65 km gidip, sonra da  sabahın köründe, içkili vaziyette  ayni mesafeyi geri tepmenin saçmalığını kendi başına kavradı. 

 

O sırada zil çaldı, kapıyı açtım. Alt komşumuz Cemil Basri: "Abi, benim  hanım çiğ köfte yaptı, bir yere gitmiyorsanız bize buyurun" dedi.

Aslında bu teklif bana uyardı ama  Perihan'dan boşanmayı göze alamadığım için Mehmet'e gideceğimizi söyleyip, kibarca reddettim. Mehmet'e telefon ettik. "Ne yapıyoruz" diye sorduk… Ne de olsa o bizden 2 yıl daha eski Bayramiçli… 

Mehmet: "Yahu ben bundan önceki  yıllarda hep İstanbul' a giderdim. Burada ne yapılır bilmiyorum, isterseniz bana gelin" deyince, Perihan olaya el koydu ve Bayramiç'in gece gidilebilecek tek lokantası olan "Çamlık Restaurant'a gitmeye karar verdik.

Rezervasyon için arayalım mı diye soracak oldum. Mehmet cevap yerine, bana  müstehzi bir ifadeyle  baktı.

 

Evimize, Nişantaşı-Taksim mesafesi uzaklığında olan Çamlık Restaurant'a araba ile gitmek 3 dakika falan sürmüştü :-))  

Fakat içeri girdiğimizde, genelde  karşılaştığımız  müdavimler yerine,  daha önce hiç görmediğimiz insanlarla dolu olduğunu fark edince  biraz afalladık. Durumu belli etmemeye çalışarak boş masa sorduk. İçerideki insanlar, sanki izinsiz evlerine girmişiz  gibi bir ifadeyle bize bakıyorlardı.

 

Restoranın  sahibi İbrahim ise,  bizi orada ilk defa görüyormuş gibi salak salak suratımıza bakarak "Hoş geldiniz Abi, buyurun" deyip köşedeki tek boş masayı gösteriyordu.

Anlaşılan içerideki garip grup, restoranı bir geceliğine kapatmıştı. Fakat İbrahim bize ayıp olur kaygısı ile durumu izah etmekte güçlük çekiyordu.

 

İbrahim'i daha fazla zor duruma sokmadan Çamlık' tan  kibarca çıktık.

 

Çıkarken  Mehmet’e dönüp, "Ben sana rezervasyon yaptırmamız gerektiğini söylemiştim" dedim. Mehmet, bu sefer  bana ters ters baktı:-))

 

Eve dönmekten başka çare kalmamıştı. Ama eve dönersek Cemil Basriler’e uğrayıp  çiğ köfte yeme durumu Perihan'ı yaratıcı olmaya zorladı ve Öğretmen Evi’ne gitmeye karar verdik.

 

Öğretmen Evi, Bayramiç'te gecelenebilecek mevcut tek otel olma özelliğinden başka ucuz restoranı ile de tercih edilir. Kapıdan girdiğimizde karşımıza çıkan kara tahtaya tebeşirle yılbaşı gecesinin mönüsünü yazmışlardı: Çorba, salata, meze tabağı, fırında tavuk, pilav, kabak tatlısı ve çerez. 15 YTL. İçkiler ekstra.

 

Merdivenleri çıkıp karşımıza gelen bilardo masasını  geçtikten sonra kapıya doğru yaklaştık. Klavyeli çalgısının başında, epeyce yüksek bir volümle programına başlamış olan ses sanatçısının müzik niyetine çıkarttığı gürültüyü duyunca kafamı Perihan'a doğru çevirdim. Henüz ağzımı bile açamamıştım ki Perihan lafa girdi. "Ne yapalım Cemil Basri'nin evinde çiğ köfte yiyip TV mi seyredelim??"

 

İçeri girdik.Garsonun bize gösterdiği masaya oturduk. Daha paltolarımızı çıkartmaya fırsat bulamadan mercimek çorbaları önümüze kondu. Mehmet  şarap siparişi verdi. Biz çorbalarımızı içerken şarap ve meze tabakları  geldi. Ben garsona dönüp "Mönüde çerez de vardı" diyecek oldum;  garson "Abi çerez servisi tatlılardan sonra başlıyor" diye cevap verdi.

Mehmet'e dönüp baktım. "Abi ben Bayramiç'e  ilk geldiğimde kiralık ev bulamamıştım. Burada 2 ay kaldım. Bir seferinde öğle yemeği yerken garsonun taşıdığı zeytinyağlı fasulye tenceresini gördüm ve istedim. Garson da bana fasulyenin akşam yemeği mönüsüne dahil olduğunu ve veremeyeceğini söyledi" dedi. Mesajı almıştım. Çerez sırasını beklerken önüme ne konduysa onu yiyerek konsomasyona başladım. Bir yandan şarap kadehimi yudumlarken, diğer yandan girişteki şaşkınlığımdan kurtulup etrafı izlemeye başladım. Sanki 70’li yıllarda çokça gittiğim Arnavut düğünlerinden birine gelmişim ama bu sefer davetlilerden birisi değilmişim gibi bir his kapladı içimi.

 

Masalarda oturanlar hep ailece gelmişlerdi. Ama 15 yaş civarından daha küçük çocuklar yoktu. Kendi moda anlayışlarına göre özenle giyinmiş olan hazirunun büyük bölümü kadın ve genç kızlardan oluşuyordu. Dans müziği varsa dans ediliyor, oyun havası çalıyorsa göbek atılıyordu.

 

Eşleri ile dans eden kadınlar mutlu ve mesut yüz ifadeleri ile  etrafı seyrederken, kocaları ağır abi hallerinden ödün vermeme gayreti içinde durumu idare ediyorlardı. Müzik değişip göbek havası çaldığında ise,  erkeklerin %95’i masalarına dönüyor, kadınlar ve genç kızlarsa göbek dansı konusunda tüm maharetlerini gösteriyorlardı.

 

Biz de; masamızda bir yandan muhabbet ediyor, diğer yandan Mehmet' i evlendirmek için aday arıyorduk. Bulduğumuz adayları Mehmet'e beğendirmek mümkün olmadı ama ilk girişte rahatsız olduğumuz gürültüden eser bile kalmamıştı. Kısa zamanda uyum sağlayıp, salondaki diğer insanlardan çok daha fazla eğlendiğimizi bile söyleyebilirim.