KULÜPLER BİRLİĞİ VAKFI’NDA BİR GALATASARAYLI
2005 yılının Aralık ayıydı yanlış hatırlamıyorsam… Galatasaray Spor Kulübü Başkanı Sayın Özhan Canaydın, diğer Süper Lig kulüplerinin müşterek talebi sonucunda Kulüpler Birliği Vakfı Başkanlığına seçilmişti . Sayın Canaydın, Süper Lig kulüpleri arasında yaşı, yöneticilik tecrübesi ve saygınlığı ile hemen ayrılan bir Başkandı, dolayısıyla Kulüpler Birliği Vakfı'nın başına geçmesinin talep edilmesi kadar normal bir şey olamazdı. Futbolun giderek siyasallaştığı, bu siyasallaşmanın maalesef mafyalaşmayı önleyemediği, hatta özendirdiği ortalama T.C. vatandaşının; futbolun sahada oynandığı halde maçların masa başında kazanıldığını düşündüğü bir ortamda; "sevgi-dostluk-Fair Play" mesajları veren ve bu uğurda her tepkiye göğüs geren birine “Kurtarıcı” misali sarılması da gayet anlaşılabilirdi.
81 ile, 5 kıtaya yayılmış milyonlarca taraftarı ve sempatizanı; 100 yılı deviren tarihi ve tarihe geçen emsalsiz başarıları nedeniyle Galatasaray Spor Kulübü Başkanlığı’nın Türk sporunda ulaşılabilecek en yüksek makam olmasından hareketle, fazladan üstlenilen bu görevin kulübümüze sarf edilmesi gereken mesaiden çalmak dışında neye yarayacağını hep merak etmiştim.
Kulüpler Birliği Vakfı'nın web sitesinde hedeflerinin toplu satın alma pazarlığının kulüplere sağlayacağı düşük maliyetler olduğu yazılmış. Galatasaray markasının tek başına optimum fiyatlarda ürün ve hizmet satın alma ve sponsorluk elde etme gücü olduğuna göre, bu yapı sayesinde maddi avantaj sağlanması çok küçük bir ihtimaldir.
Kulüpler Birliği Vakfı önceki senelerde naklen yayınlar için kurulan havuz sistemiyle Spor Toto/Loto isim gelirlerinin Anadolu kulüpleri lehine arttırılması hakkında girişim ve çabalarda bulunmuştu. Sayın Canaydın’ın seçilme aşamasında ise Kulüpler Birliği Vakfı üyesi olan Başkanların çoğu, Aziz Yıldırım'ın başarısızlık bahanesi olarak öne sürdüğü "6 yabancı yetmiyor" feveranına destek olmaktaydı. Diğer konuları bir kenara bıraksak bile, 4 yabancı ile UEFA Kupası kazandığını ispat etmiş; diğer kulüplerin imrendiği altyapısıyla; Galatasaray'ın kısa, orta ve uzun vadeli çıkarlarına aykırıydı yabancı sınırlamasının kalkması…
Gelelim seçim dönemi ve hemen sonrası yaşananlara:Tüm kulüplerin ittifakla aday gösterdiği ve arkasında olduğu zannedilen bu seçime, anlaşılabilir gerekçelerle eski Başkan Sayın İlhan Cavcav katılmamıştı. Peki Sayın Canaydın'ın "Benim adaylığımı ortaya ilk atan Aziz Yıldırım'dır" dediği bir ortamda Fenerbahçe Spor Kulübü’nün Kulüpler Birliği Vakfını tanımadığını ilan ve üyeliğinin silinerek aidatının iadesini talep etmesi ne demekti? Türkiye'de futbol yoğun siyasi etkiye maruz kalmaktaydı ve kağıt üzerinde özerk olan Türkiye Futbol Federasyonu tarafından yönlendirilmekteydi. Aradan aylar geçti, köprünün altından sular aktı.
10 Aralık 2006 akşamı oynanan ve 3-1 kazandığımız maçı sonrası Bursaspor Başkanı Levent Kızıl canlı yayında yenilgilerini “çok şanssız ve beceriksizdik” diye açıklaması gerekirken esip savurmuş, hakemin yanlı tutumundan dert yanmış ve Federasyon’un kulübü üzerine oyunlar oynadığını söylemişti.
Aynı Levent Kızıl, Fenerbahçe Şükrü Saraçoğlu Stadyumu’nun Akmerkez esintileri taşıyan ışıklandırmasının açılış töreninde Aziz Yıldırım’ın hemen arkasında objektiflere sırıtmıştı. Aziz Bey’in emir ve direktifleri doğrultusunda TFF seçimlerine de el koyan Kızıl, şimdi imza toplama telaşında…
TFF’de erken seçimin tartışıldığı Kulüpler Birliği toplantısı sonrası Trabzonspor Kulübü Asbaşkanı ve Ankaragücü Kulübü Başkanı Sayın Canaydın’ı yerden yere vuran açıklamalar yaptılar.
Sayın Özhan Canaydın ister İstanbul’da, ister Ankara’da; ister bir merasimde, isterse Kulüpler Birliği Vakfı’nda; her yerde ve her zaman Galatasaray Spor Kulübü Başkanıdır. Dolayısıyla iki farklı şapka söz konusu değildir. Kulüpler Birliği’ndeki görev Galatasaray Başkanlığı makamı için ancak dış kapının mandalı olur. Kaldı ki; Sayın Canaydın da bu ayrımı net yapamamış, Kulüpler Birliği Başkanı olarak kendisine gelen eleştirilere Galatasaray’ın resmi web sitesinde cevap vermiş; ayrıca Galatasaray’ın haklarını savunmak için düzenlediği toplantıda Kulüpler Birliği Başkanı olarak sorumluluklarından bahsetmiştir. Tüm bunlar Galatasaray Spor Kulübü Başkanlığı’nı yıpratmaktadır. Ayrıca diğer kulüplerin gözündeki Galatasaray imajı olumsuz etkilenmektedir. Galatasaray’ın her türlü dış etkiye açık, sağlam duramayacak kadar zayıf olduğu, Başkan’ın da bu zor durum gereği sürekli pozisyon değiştirmek durumunda kaldığı düşünülmektedir. Geçmişi başarılarla dolu heybetli boksörün birkaç kaburgasının kırık olduğu herkes tarafından anlaşılmıştır ama henüz maç devam etmektedir.
“Türk sporunda Fenerbahçe ve diğerleri” senaryosu gereği her adımını dikkatli atan ve tüm piyonlarını sahaya süren Aziz Yıldırım, Sayın Canaydın’ın kabul ettiği görev sonrası yeni bir manevra alanı kazanmıştır. Kulüpler Birliği’ni yerden yere vurarak hiçbir etkinliğine katılmayan Fenerbahçe, “biz tek, siz hepiniz” kamplaşmasında karşı tarafın başına da hasım olarak gördüğü Galatasaray’ı koymuştur. Oysa Sayın Canaydın Fenerbahçe’ye sürekli pozitif yaklaşmış, Fenerbahçe’nin Kulüpler Birliği’nin ayrılmaz parçası olduğunu her zaman söylemiştir. www.kuluplerbirligi.org web sayfasına bakarsanız, Fenerbahçe Spor Kulübü halen Yönetim Kurulu yedek üyesi olarak görünmektedir, oysa Fenerbahçe bu vakfı ciddiye dahi almamakta ve kendi içinde tutarlı bu tavırla puan toplamaktadır.
Bugün birçok kulüp “Aziz Bey ne kadar da haklıymış” noktasındaysa bunun sebebi Fenerbahçe’nin senaryosunun tahlil edilememesi ve Aziz Bey’in ekmeğine kat kat yağ ve bal sürülmesidir. Kulüpler Birliği Vakfı Başkanlığı’nın kabul edilmesinde hükümetin bu yöndeki istek ve ricası, devlet ile yakınlaşma çabası ve Anadolu kulüpleri nezdinde Galatasaray sempatisinin artırılması amacının yattığına eminim. Anadolu kulüplerinin Galatasaray’a daha çok saygı duyduğuna kesinlikle inanmıyorum. Yukarıda saydığım sebeplere dayanarak tam tersi bir şekilde imajımızın ciddi olarak sarsıldığını düşünüyorum.
Gelelim Hükümet kanadının ricası ve Devlet’le yakın olma çabasına… Bildiğiniz gibi Galatasaray senelerdir yeni stadyum yapmayı beceremeyen, 12 milyon dolara çizdirdiği projeler ve maketlerle karikatürlere konu olan ve her yanı S.O.S veren demode bir statta seyircisini ağırlayan bir kulüptür. Kredi bulmak umuduyla gittiği bankalardan geri çevrilmiş, kredi vaadinde bulunan kişiler tarafından aldatılmış dolayısıyla devletin sağlayacağı olanaklara bel bağlamış konumdadır. Bu okuduklarınızın pek çoğu somut gerçek, bazıları da maalesef yerleşik kanı ve görüşlerdir.
İstanbul iş dünyasının en değerli arazisinden çıkıp üstelik Seyrantepe üzerindeki tüm haklarından vazgeçmek karşılığı; neticede TOKİ'nin münasip göreceği ve finanse edeceği bir stadyuma razı olan yöneticilerimiz tıpkı aleyhte yalan propaganda yapan rakiplerimiz gibi devletin bize “kıyak” yaptığı zannıyla “inférieur” davranmaktalar. Oysa devlet Galatasaray'ı Mecidiyeköy'den çıkararak sürdürülebilir bir gelir kaynağına sahip olmuş, Seyrantepe'ye sürülen Şişli Etfal Hastanesi arazisine müşteri aramaya başlamış, Seyrantepe civarında gerçekleşecek yapılaşma için cazibe ortamı yaratmış (örneğin stadyum sayesinde metro hattının oraya uzaması), İstanbul'un dünya çapında bir kongre Kenti olması için Mecidiyeköy kozunu ele geçirmiştir. Üstelik Seyrantepe Şehir Stadı'nda bilumum organizasyon daha büyük katılımla yapılabilecektir. Örneğin İstanbul'un Fethi, Kutlu Doğum Haftası, Filistin'le Dayanışma… Artık gönlünüzden ne geçerse…
Bir taşla 5 kuş değil geyik vuran Hükümet hala ayak diremektedir.
Ne de olsa karşılarında "On yıldır yapılamayan bize nasip olsun, şu stadın temelini atalım da, ondan sonra Allah kerim" diyen yöneticiler vardır. Böyle değilse bile, yerleşik kanı ve yansıtılan imaj tastamam budur.
Üstü kapanabilir, çok amaçlı stadyum protokollere girmiştir ama sahanın çevresinde sekiz şeritli tartan pist olmayacağının ya da taraftarın tezahüratının sahaya doğrudan yansıyacağı akustik düzenlemelerin yapılacağının garantisi var mıdır? Galatasaray istediği standartta ve sayıda locayı projeye koydurtabilecek midir? İsteyen her kulübün kullanabileceği ve asla futbol mabedi kimliği taşımayan bir spor kompleksi olmayacağının garantisi var mıdır?
Pazarlıkta bir taraf verir, bir taraf alır ama veren taraf bu kadar üstün, aldığını zanneden taraf bu kadar “razı” olursa ona pazarlık denmez. Bu eşitliksiz ve anlamsız ilişki sonunda şu noktaya bağlanabilir: "Yollarını yaptık, metro getirdik, 155 milyon dolarlık stadınız hazır, güle güle kullanın". İkitelli taşrasındaki Olimpiyat Stadı’na her seferinde sahip çıkan ve İstanbul’u yönetenler başta olmak üzere devlete yönelmesi gereken eleştiri oklarını göğüsleyen Galatasaray’a bu öneri gelirse hiç şaşırmam. “Devletin dediği olur, kavgacı görüntü sergileyemeyiz” diye teslimiyetçi bir anlayış sergilememizden korkuyorum. Belli bedeller karşılığı kulüplere kullandıkları stadyumlarının tapularının verilmesinin söz konusu olduğu bir dönemde, Kızıltoprak ve Dolmabahçe rakiplerimize geçerse ve biz geleceği belirsiz Seyrantepe için Mecidiyeköy’den çıkmış olursak kaybımız büyük olmaz mı?
Mecidiyeköy’deki TEKEL Likör Fabrikası’nı zamanında alamamış olmamızın bu kadar pahalıya patlayacağını düşünmüş müydük o zamanlar? Oysa Kenan Evren Lisesi arazisini ne güzel de hallediverdi birileri ?
Şimdi “TFF’de seçim olsun, Haluk Ulusoy yönetimi devrilsin” kulisleri yapılıyor, imzalar toplanıyor. Ulusoy Federasyonu’nun sütten çıkma ak kaşık olduğu iddia edilemez ama Ulusoy yerine önerilen isimlerin pek çoğu Aziz Yıldırım zihniyetinin uzaktan kumanda ile yöneteceği isimler.. Ulusoy’un yanlışlarına rahmet okutacak, siyasi iktidarlara, derin devlete, mafyaya ; kısacası güçlü olana derhal boyun eğecek alternatifler var önümüzde… Fenerbahçe’nin karın ağrısı malum ama niye bu kadar canhıraş seçim istendiğini ben anlayabilmiş değilim, Galatasaray’ın niye Ulusoy Federasyonu’na karşı olduğunu da çözebilmiş değilim. Galatasaray Kulübü federasyona en azından “Cihan Oskay diye biri televizyonlarda çıktı, konuştu, hiç bir şey yapmadınız. Şikenin adını koymadınız, teşvik primiyle mücadele etmediniz, hukukun üstünlüğünü spordaki temiz rekabet lehine kullanmadınız” dese yine kabullenebilirdim!!
Tam da bu dönemde sert eleştirilere maruz kalan Kulüpler Birliği Vakfı Başkanı Sayın Canaydın “iki kişi istedi diye görevimden istifa etmem” dedi. O iki kişi kim bilmem ama ben de Sayın Canaydın’ın Kulüpler Birliği Vakfı Başkanlığını bırakmasını istiyorum. “Türk Futbolunun aydınlık geleceği icin sağlıklı karar alınmasına imkan verecek ortamın tehlike altında olduğunu gördüğümden ve futbolun dışından gelen bu etkiden dolayı Süper Lig kulüpleri arasındaki birlik ve beraberliğin zedelenmesini asla istemedigimden görevi bırakıyorum” benzeri bir açıklama ile saatli bombayı hak edenlerin kucağına bırakıp çekilmelidir diye düşünmekteyim.
Sayın Canaydın o görevde olduğu sürece Galatasaray yıpranacak, Fenerbahçe’nin senaryoları kuvvetlenecektir. Fenerbahçe kendini öyle konumlamıştır ki, Galatasaray ile arasında “zero sum game” vardır adeta. Yani Galatasaray kuvvetlenirse, Fenerbahçe zayıflar; Fenerbahçe kazanmışsa, Galatasaray kaybedecektir.
Köşeye sıkıştığını ve ne yapması gerektiğini düşünenlere Aziz Yıldırım çizgisinde hareket etmenin Galatasaray’a felaket getireceğini hatırlatmak isterim. Kararsız kaldığınızda, Aziz Yıldırım zihniyetinin aksi istikametinde davranın. Hata yapma şansınız azalacaktır, Aziz Yıldırım zihniyeti her türlü sarı-kırmızı testte en yanlış şıktır.
Kulübümüz delegeleri tarafından atılan 7 imza nedense bana Dante’nin Araf’ındaki yedi ölümcül günahı hatırlatıyor. Tüm kalbimle yanılmayı diliyorum…